Kod

Bloglar
mobilya kulübü
Bloglar
mobilya kulübü
Bloglar
mobilya kulübü
Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

13 Eylül 2017 Çarşamba

Yakamoz



     Siz hiç sessiz sessiz ağladınız mı? Ahmet Kaya'nın da şarkı sözlerinde söylendiği gibi..

     -Derince bir nefes sigarasından çekti.- Ben, hep sessiz sessiz ağlayanlardanım. Nasıl oluyor demeyin amınkoyim. Her şeye sebep ya da mantıklı bir cevap aramayın. Oluyor işte. 1-2 gün mutluysam diğer günler.. Allah ne verdiyse işte. Gerçi Allah pek bir şey vermiyor da, neyse... çok inandım. Her şeye. Hep kandım. Her şeye. İnandım. Hep. Sonuç ? Sonuç koca bir hiç. Sanırım Nihilizm'i bu yüzden benimsiyorum.Geçmişime bakıyorum, acaba böyle bir buhranlığa düşecek bir hata mı yaptım diye, yok. Yemin ederim yok ulan! Sütten çıkmış ak kaşık olduğumu söylemiyorum, değilim de zaten ama sürekli karanlığın içinde yaşayacak bir şey yapmadım ben.

     Yıldızlı bir gecede, gökyüzünün altında kendini acemi ve çaresiz hissedersen, bu, yıldızlara bakarak başka şeyler düşündüğün içindir. Yıldızlara bakarak yalnızca yıldızları düşünmek gerekir. Ama olmuyor ki, hiç olmuyor. Ne istediğimi, ne olmak istediğimi bir türlü kestiremiyorum. Sürekli kendimi gaza getiriyorum. Yok bu sefer değişecek, yok bu sefer farklı olacak vs vs vs... çok düşünüyorum, her şeyi. Düşündükçe de kızıyorum. İçten içe kendimi kemiriyorum. Saatlerce oturup ağladığımı saymıyorum bile. Üst kattakiler sevişiyor.. ''Çok mu güzel lan hayat! gerçekten çok mu mutlusunuz göt laleleri. Yapıyorsanız bari sessiz yapın amınakoyim...'' demek istiyorum ama demiyorum tabii.

     -Bir sigara daha.- Oynadığım tasolar, gökyüzünde kaybolan uçurtmam, nerdesiniz oğlum nerdesiniz... Bunların hepsi sizin yüzünüzden amınakoyim...

9 Eylül 2017 Cumartesi

Asfalt




     Ah! şu yollar. Ne kadar da çok şeye şahit oldular. Acılara, sevinçlere, hüzünlere, karma-karışık duyguların nicesine...

     Gece yolculukları bir başkadır. Sessizlik, insana arkadaş oluyor o vakitlerde. Ama bu arkadaşlık hep iyi olmuyor.

     Cam kenarı ve en ön taraftaki koltuk önemli. Gece saat 03.00 suları. Otogarda, gündüz vakti gibi pekte yoğunluk yok. İlk izlenimler otogarda başlıyor. Ayakta, sol taraftaki ağabey, cebinden sigarasını çıkarıp yakıyor. Sonra volta atmaya başlıyor. Kim bilir neyi düşünüyor... Teyzem, koca koca eşyalarının başında boynu bükük, otobüsün gelmesini bekliyor. Temizlikçi ağabeyler, otogarı biraz da olsa temizliyor. Ah! sevgililer var bir de. Kız ya da erkek, ikisinden biri yolcu. Biri de uğurlayan. Uğurlayan taraf olmak daha zor bence. Sevgiliyi, o en sevgiliyi bırakıp göndermek... Normalde bu saatlerde belki de sevişiyorlardı. Tenleri, tüm çıplaklığı ile birbirine değiyordu. Gözlerinin içlerine bakıp; duygu, düşünce ve isteklerin hepsini çok daha net görüyorlardı. Şimdi ise, biri gidiyor. Biri giderken çok şey götürür geriden. Allah'ım! sarılıyorlar. Sanki bir daha birbirlerini görmeyecekmişçesine sarılıyorlar.

''Aşağıda yolcu kalmasın!'' dur be muavin kardeş. Hatta o an zaman dursun. Ama nafile... bir kez daha aynı cümle. Ailesinden, akrabasından ve sevgilisinden ayrılacak olan kişilerin belki de hiç sevmediği cümle bu. Otobüsteki yerlerini alıyor herkes. Gözyaşları dinmiyor. Gözyaşları bazen hiç dinmiyor. El sallanıyor gidenin ardından. Ne hikmetse?.. Hayır duaları ve sağ-salim yetişme arzusuyla, otobüs, yerini ayırdıklara bırakıyor. Bütün bu olanlara karşın, ben, bilmem kaç sigara içip izleyicilik ettim.

     Gökyüzü karanlık. Benim gibi. Gökyüzü uçsuz bucaksız. Benim gibi. Gökyüzü parlıyor. Ben.. benim içim ise hep karanlık.

     Sigaramdan derin bir duman alıyorum. İşte, benim otobüste geldi. Sarılacak birinin olmamasından mütevellit, otobüsteki yerimi alıyorum. ''Keşke ben de birine sarılsaydım...'' Dinlenen müzikler öyle sıradan değil. Her birinin ayrı bir izlenimi ve oluşturduğu duygu durumu var. Yollar boş. Kimileri uyuyor, kimileri birilerini düşünüyor.. sanırım en çok düşünmeye ve ağlamaya ayrılmış gece. Birer birer asfalttaki şeritleri geçiyoruz. Zihnimden de her şey. Her şey! Sus artık! N'olur sus! diyorum zihnime. Ama... siktikçe sikiyor. Yan tarafımda sevgili. Kız, çoktan uykuya dalmış. Kız, çoktan sevdiği adamın omuzunda uyuyor. Muavin bey, bende yatacak bir omuz alabilir miyim?

     Gecenin ıssız karanlığında, hep olduğum gibi, yalnızım. Şeytan, yılların tecrübesi orospuçocuğu her şeyi bir film gibi seriyor zihnime. Hatalarım, iyiliklerim, düşünüp istediklerim...tam bu zamanda ''Allah'ım! bana da bir inşirah.'' diyorum.

     Zaman geçmiş. Müzik listemden bilmem nasıl, ne ara kaçıncı şarkıya atlamışım...

3 Eylül 2017 Pazar

ÖZLÜYOR İNSAN.




     Bazı şeyleri özlüyor insan. Bazı şeyleri çokça özlüyor insan. 

     Ben de özlüyorum. Bu özlem illa birine karşı duyulan bir his değil, olmamalı. Ben de özlüyorum. Çocukluğumu, en çok çocukluğumu özlüyorum. Yaşamadığım çocukluğumu. Yaşayamadığım çocukluğumu da özlüyorum ama en çok yaşamadığımı. -Sen şu an bile yaşıyor sayılmazsın ki- Sus sen! Ya da susma. Beni, benimle yaşayan ve yaşayarak öğrenen bir sen varsın. Susayım, sen konuş diyorum, yok diyorsun. Şu an olduğu gibi, değil mi ? İç ses ? Neyse... çocukluğum -şuna çocukluğum deme bari amınakoyim.- Haklısın. Küçük yaşlarımda en çok hatırladığım şey ve şu an bile mutlu olmamı sağlayan; dört tekerlekli bisikletten iki tekerleğe geçiş anım. Nenemin evi bahçeli ve büyük olduğu için okuldan çıktıktan hemen sonra oraya giderdim. Akşam vaktiydi; küçük, mavi ve dört tekerlekli bisikletimle sokaklarda cirit atıyordum. Öyle bir pedal çevirişim oluyordu ki sanarsınız İngiliz yarış atı. Sokakta bisikletimi sürerken öyle delice birden arka dört tekerleğin artık eskisi gibi yeni ve dayanıklı olmadığını farketmiştim. Yavaşlatıyordu beni ya da ben öyle düşünüyordum. Durdurdum bisikletimi ve kaldırımın kenarına sokulup ellerimle arkada ki küçük iki tekerleği çıkarmaya çalışıyorum. Yok, bana mısın demiyor şerefsiz. Çıkmıyor bir türlü. Ama onunkisi inatsa ben ondan daha inadım. Hemen koca bir taş almıştım ve küçük tekerleklerin üzerlerine vura vura en sonunda çıkarmayı başarmıştım. ZAFER! Çıkardım çıkarmasına da, ulan ben şimdi iki tekerlekli bisikleti nasıl süreceğim ? Beni annem 4-5 yaşına kadar altımı bağlayarak salmış, iki tekerlekli bisiklet nasıl olacak ? Oldu. Bir şeyi daha doğrusu güzel bir şeyi çok isterseniz öyle veya böyle olur. İnsan, kendine güvendikten sonra ve ne yapacağını nasıl davranacağını bildikten sonra gerisi çok rahat geliyor. Bisikletime bindim ve sürmeye başladım. İlk başlarda tepe taklak oldum ama sonra ağzına sıçtım iki tekerlekli bisiklet sürmenin. Alın size bir ZAFER daha.

     Okulu sevmezdim belki ama gideceğim saati severdim. Çünkü sabah, benimdi! Öğlenciydim. Saat 12.15'te ders başlıyordu. Şimdi ki gibi hayvan gibi uyumuyordum tabii o zamanlar. Sabah saat 07.00 oldu mu hooop ayaktaydım ben. Bunda tabii akşam 21.30'da yatmanın etkisi de var, olmalı. Yoksa deli mi sikti beni sabahın köründe uyanayım. 07.00'de uyanıp hemen televizyonun başına koşup Tom ve Jerry'yi ya da D çocukta hangi çizgi film varsa onu izlemeye koyulurdum. Bir saat aradan geçti mi mahalleden, aşağıdan bana seslenilirdi. ''Uyandın mı? Hadi in aşağıya, seni bekliyoruz.'' Allah'ım ne de güzel cümle bu benim için. Sabahın daha 08.00'i ve ben aşağıya inip arkadaşlarımla mahallede oyun oynayacağım. Özgür vardı, aşağı kattaki komşunun çocuğu ve benim mahallede en çok sevdiğim arkadaşım. Mahallede en çok onunla oyun oynamayı severdim ve genelde her sabah o beni çağırırdı aşağıya, oyun oynamaya. Annem, tabii artık ustalaştığı için kadın o da saat 08.00 gibi uyanır ve bana bakardı. ''Aşağıya mı ineceksin yine?'' Masum bir baş sallama ile 'evet' cevabını verirdim. Daha sonra da ''Özgür'de aşağıda hem, onunla oynayacağız.'' Bu cümleyi söylememde ki tek sebep: Bak, alt komşumuzun oğlu inmiş aşağıya oynuyor. Annesi izin vermiş ona. Sen de izin ver'di. ''Kahvaltı yapmadın daha, kahvaltını yap inersin sonra.'' O zamandan beri bu kadın benim sabahları kahvaltı alışkanlığım olmadığını bir türlü kabullenmek istemedi. İlla zorla sabahleyin o kahvaltı yapılacak arkadaş. Anne işte... ben hem zamandan kaybetmek istemediğimden hemde Özgür ile bir an önce oyun oynamak istediğimden ''Aç değilim, yemiyeceğim anneeeeeğ!'' derdim ama annem bunu anlamazdı tabii. Yarım ekmeğin içine peynir, domates ya da bazen peynir reçel sürüp öyle koyverirdi beni. İtiraf edeyim, yiyordum da o yarım ekmeği. Bir elimde annemin bana yaptığı yarım ekmek kahvaltım ve diğer tüm hareketlerim oyuna ayak uydurma ile ilgili. En güzel sokak oyunlarımdı o zaman. Sevdiğim çocukluk arkadaşımla birlikte olup oyun oynamak, sabahın köründe hemde. Özledim. Özlüyorum...

     ''Sen benim en iyi arkadaşımsın.'' Öyle miyim ?
Lise zamanları çok eğlenceliydi. Bendeniz, fırlamanın önde gideniyim tabii. İlk iki sene Anadolu Lisesinde okudum ve hiçbir bok anlamadım okuduğumdan. Benim için okumak; ders dinlemek, ders çalışmak, test çözmek vb şeyler değildi. Haylazlık, kurnazlık, yaramazlık, eğlence ve bol kahkahaydı. O yüzden İkinci seneden sonra Meslek Lisesine geçtim ve geçer geçmez -ortamı, çevreyi, çocukları görünce- ''YEAH! işte benim ortamım, tabiatım bura'' dedim. Gerçekten de öyleydi. İngilizce dersinde hocanın önünde arka tarafta halay çekmemiz mi diyeyim; kız-erkek karışık uzun eşek oynamamızı mı, simit, zımba oynayıp birbirimizi dövdüğümüzü mü, yoklama listesini alıp yırtıp, topluca disipline gitmemizi mi... ve her şeyden en güzeli; bir sorun, sıkıntı, üzüntü olduğu zaman içimizden birine hep birlikte dayanışma içerisinde olmamız. Ulan be!!! derste çalışıyorduk elbet ama çok değil. Sınavlara hep bir önceki tenefüs çalışır, sınav zamanında kopya çekmenin de amınakoyardık. Sevgili liseli arkadaşlarım; öpüyorum sizi ve özlüyorum o anlarımızı. Gerçi hala birbirimizi instagram, facebook gibi yerden arkadaş olarak eklemişiz ama pekte muhabbetimiz yok tabii. Bitiyor demek istemiyorum ama eski bağ bir süre sonra azalıyor, gevşiyor, gevşiyor... Vedat vardı, liseden. En yakın, en can dostumdu. Sürekli birlikteydik. Sabahları okuldan kaçıp akşama kadar internet kafede oturmamızdan tutunda karne günü ''Acıların çocuğu'' mode on ve ''Ulan şimdi biz ne bok yiyeceğiz?'' hissine kadar her şeyimiz BİR'di. Senin-benim param yoktu hiç. BİZİM paramız vardı. Kendi evinden çok bizim evdeydi Vedat. Annemin bir diğer oğlu olmuştu. Annem de severdi Vedat'ı. ''Sen benim en iyi arkadaşımsın!'' demişti bana. Vedo, o an ne söylediğimi siktir et. Şu an diyorum ki: ''Öyle miyim la?'' Değilim. Başka ortamlar, başka kişiler aklını bulandırıyor insanın. Vedat'a da öyle oldu. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen çocukla hoppp koptuk gittik. Bitiyor arkadaş, her şey bitiyor. Hatta, her güzel şey illa bitiyor amınakoyim. Özledim seni Vedo. Aklımdasın sen. Düşüveriyorsun bazen aklıma. Yaşadıklarımız, yaptığımız ibnelikler ve güzel şeylerde tabii. Özlüyorum Vedo...

     Özlüyorum yine işte. Özlüyorum amınakoyim. Tekrardan birini sevmeyi, kendimi ona ait hissetmeyi özlüyorum. Bu sefer ki özlemim başka. Belki de en ağır olanı, bilmiyorum. Ve kusura bakmayın; bu özlemi yazacak kadar güçlü değilim daha ben. Hissizleştim. Ya da ben öyle sanıyorum. Tıpta, duygu ve düşünceleri, vicdan ve merhamet duygusunu söküp alabilecek bir tedavi yöntemi olsaydı eğer; ilk ben yatardım o tedavi masasına...