Kod

Bloglar
mobilya kulübü
Bloglar
mobilya kulübü
Bloglar
mobilya kulübü
Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

26 Haziran 2017 Pazartesi

Rıhtım



     - Yok anne, gelemeyeceğim ben bayrama. Buradan direk Muğla'ya geçeceğim otele. 
     + Çok oldu görmeyeli seni oğlum. Bari kısa da olsa geleydin. 
     - Ben de çok isterdim gelmeyi ama hem bilette yok. Tüm otobüsler dolu. Baktım hepsine. 
     + Son kez bir daha bak sen oğlum. Ek sefer açarlar, gelirsin.
     . . . 

     ''Son kez bir daha bak sen oğlum. Ek sefer açarlar, gelirsin.'' Annem bu lafını demeden önce ben otogara gidip tüm otobüs firmalarına sormuştum. ''Ağabey, ek sefer açacak mısınız? Muavin koltuğunda bile giderim ben'' demiştim. Ama aldığım yanıtların hepsi olumsuzdu. Annem ile konuşmayı bitirdikten sonra bir umut diyerek tekrardan otobüs biletlerine bakmaya koyuldum. Cuma günü, benim canımı dişime takarak bilet bulmaya çalıştığım gün, otobüs firması yeni ek sefer koymuş... hemen aldım biletimi. En ön, 4 numaralı koltuk. Daha sonra annemin ''Ek sefer açarlar, gelirsin'' lafı düşüverdi aklıma. Anne. Annem. Anneler... 

     Mutluydum. Otele, çalışmaya gitmeden önce annemin ve abimin yanına gidecektim, onları görecektim ve onların hayır dualarını alıp öyle gidecektim çalışmaya. Ama eksik olan, beni huzursuz eden bir şey vardı... Cuma günü otobüsün hareket saati geldi ve evime doğru yolculuğum başladı. Az öncede söylemiştim; 4 numaralı en ön koltukta ve tabii ki cam kenarında oturuyordum. Otobüs yolculuklarını seviyorum. 18 saat sürecek olan bir otobüs yolculuğu yapıyordum yine. Kulaklığımı takıp müziğin ben de bıraktığı etkiyle hayal kurmaya, düşünmeye hatta ağlamaya bile başlamıştım. Gece vakti otobüs ışıklarının vurduğu asfalt şeritlerine bakıyordum. Kafamı cama dayayıp önümden hızlı hızlı geçiyorlardı şeritler. Onlarında bir hikayesi var bence... Düşünmekten yorulmuştum. Müzik listemden hafif hareketli, eğlenceli şarkılar dinlemeye karar verdim. 3-4 tane şarkının dışında hepsi dram hepsi ağlamaklı hepsi hasret hepsi özlem temalı. Müzik dinlemekten vazgeçtim. Yanıma almış olduğum Ali Lidar'ın Z raporu adlı kitabını çıkardım çantamdan ve okumaya koyuldum. Üslûp benim için çok önemli ve Ali Lidar'da sanki bunu biliyormuşçasına yazmış kitabını. 2 saatte bitiriverdim kitabı. Hatta bazı yerlerini 2-3 kez okumuşluğum bile oldu. Otobüs şoförü ne zaman kendi yanında ki penceresini açsa içimden küfür ediyordum. ''Amına koduğum! çek dumanı içine sen çek. Biz göt kadar yerde hareketsiz kalalım, sigarasızlıktan harap olalım sen dumanı içine çek!'' diye. Çünkü sigara içeceğini biliyorum. O her sigarasından duman alıp içine çekip bıraktıktan sonra sanki benden bir şeyler kopuyordu. Evime yetişmeye son 2-3 saat kalmıştı. Moladaydık. Şoföre nispet yapıyormuşçasına içiyordum sigaramı. Sigaramı içerek otobüsün arka tarafına geldim. Sonra yollara baktım. Karşımda geçen; tır, otobüs, arabalara baktım.  ''Neyine güvenip gidiyorsun oğlum sen eve?'' dedim, içimden kendime. Derin bir OFFF çekip sigarayı attım yere. 2-3 saatlik yoldan geriye sadece bir trafik lambaları engeli kalmıştı. Yeşil ışık yandığı vakit doğup büyüdüğüm şehrin otogarına giriş yapacaktık. İçimden dua ediyordum ''Allah'ım ne olur bir şey olsun. Geri dönelim biz.'' diye. Ama otobüs muavininin ''Geçmiş olsun'' lafını  duyunca artık geri dönüşün pek de mümkün olmadığını anlamıştım. Nezaketten otobüs şoförüne ''Teşekkürler kaptan!'' dedim. İçimden ''Amına koduğum, aha geldik, getirdin sağ salim tamam; ne oldu şimdi, hı?'' sözlerini sayarak. Eşyalarımı bagajdan alıp kaldırıma çıktım. Bir sigara yaktım. Sonra bir tane daha. Sonra bir daha, bir daha... 6 dal sigara içmiştim. Kaç saat oldu otogarda kalalı bilmiyorum ama tahminimce 1-1,30 saat olmuştur. En sonda pes ettim zaten. ''Olmuşla ölmüşe çare yok'' diyerek taksi çağırıp evime doğru yol almıştım. Taksiciye beni köşede indirmesini, mahalleye girmemesini rica etmiştim. Çünkü annem benim geleceğimi bilmiyordu. Ek sefer açıldığını, bilet aldığımı ve geleceğimi söylememiştim ona. SÜPRAAAYZ yapacaktım yani. Taksiden inip mahalleme girince rahat bir 5 dakika durup süzdüm her şeyi, düşündüm. Tekrar derin bir nefes alarak apartmana, evime gitmeye doğru yola koyulmuştum. Evin zilini çalıp ''Kim o?'' sorusuna ''Sen önce bir kapıyı aç, ondan sonra görürs...'' Tahmin etmişsinizdir zaten bundan sonra olanları; annemin bana sarılışı, koklayışı, heyecandan ve sevinçten gözyaşları akıtması... ''Anne, 18 saat yoldan geldim, yorgunum. Balkona masayı atmışsın. Güzel bir kahve yap da seninle balkonda sigara içerek yad edelim.'' Özlemiştim çünkü annemle balkonda oturup sigara ile kahve içmeyi. Onunla sohbet edip daha ben bir şey anlatmadan benim yaşadıklarımı tahmin edip söylemesini. ''Eşşoğlu eşşek! niye haber vermiyorsun geleceğini. Hani gelmeyecektin?'' ''Geldim işte. Senin hayır duanı almadan çalışmaya gider miyim ben mis kokulum!'' Sohbet, muhabbet, kahkaha ve özlem gidermece havasıydı gerisi işte. Daldım bir an yine o benim lanet olası en karanlık yerime. Çarşamba günü geri dönecektim. Yani 4 gün burada kalacaktım sadece. Hepitopu 4 güncük. Hemen geçer, değil mi? ''Yarrak! geçer amına koyim. O 4 gün senin uykusuzluğunla, sinirinle ve hasretliğinle geçecek'' dedim, kendime. 

          . . . 

5 Haziran 2017 Pazartesi

Tutamaç


                                                                   


                                                                          ...

    Ne çok şey düşünüyordu. Sanki dünya hayatının tüm sorumlulukları omuzundaymış gibi hissediyordu.

    Sigarasını yaktı. İçine çekti, acı acı. Düşüncelere daldı yine. En çokta ''neden mutlu değilim ben'' sorusuna takıldı kendi içinde. Kahkaha patlatıverdi birdenbire. Uzaktan-yakından biri görse, deli bu, derlerdi. ''Kendinle çok çelişiyorsun be!'' dedi, kendine. Evet, gerçekten öyleydi. Kendisine 'gerçekçi' bir insan diyordu hep ve öyle olması gerektiğini vurguluyordu. ''Neden mutlu değilim ben?'' sorusuna da hep bu karşılığı veriyordu; ''Kendinle çok çelişiyorsun be!'' Aşırı duygusal biri kendisi. Hani laf gelişi vardır ya ''Ota boka'' hah! işte kendisi de tamda öyle. Mutlu değilim ben, diyor kendi kendine. Mutlu olamıyorum. Ama sonrada kızıyor kendine. İnanır mısınız, haklı bir kızgınlık aslında. Bu hayatta 'en' çok değer verdiği ve 'en' çok sevdiği kişi, ANNE'si hayattaydı,onun yanındaydı. Abisi de öyle. Eğer şu an hâlâ yaşıyorsa, sebebi de budur aslında. Babası onun için yoktu. Hiçbir zaman da olmadı, olmayacakta. Nefret ediyor, ölmesi için dua bile ediyordu. Orospuçocuğunun tekiydi kısaca. Çevresine bakındığında ya da araştırdığında, annesi olmayan birçok kişi/kişiler vardı. Anne koynunun sıcaklığını hiç bilmeyen, yaşayamayan kişiler... Başını sokacak bir evi de var. Hatta kendine göre çok lüks bir ev yaşantısı sürdüğünü de biliyordu. Karnını öyle-böyle doyuruyordu şükür. Aç kalmıyordu hiçbir zaman. Marka ya da kaliteli olmasa bile, üstüne giyebileceği temiz kıyafetleri de vardı. Bir bilgisayarı ve telefonu da... olmayanlar peki ? Bunların hiçbirine sahip olamayanlar ? Çocuklar! onun en hassas noktası. Kendisi çocukluğunu yaşayamadığı için hep hasretlik çekmişti çocukluğuna ve çocuklara. Resmiyette yaşı ne olursa olsun; akıl yaşı hep üçtü. Çocuk gibiydi. Ama en çok mazlumluğu da çocukların çektiğini görüyor ve biliyordu. Ayaklarında ayakkabıları olmayan; karınları kaç gündür boş olan, anne/babasız olan ve belkide onun gibi çocukluğunu yaşayamayan çocuklar... aslında hiçbirinin çocuk olmadığını kendisi de onlarda biliyordu. Koşup oynayacakları zaman dilimlerinde, hayatı öğrenmişlerdi erkenden. Mücadele etmeyi öğrenmişlerdi. Bu hayatta her zaman 'yalnız' olacaklarını öğrenmişlerdi. Bir kahkaha daha patlattı ve yine kendi kendine ''Neden mutlu değilim ben?'' diye sordu. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı ve sonra hıçkırıklı ağlamaya bıraktı yerini. Kendisini böyle de kıyaslayıp, öz eleştiri yapıyordu ve her defasında da ağlıyordu. Evet, evet ama.. benim istediğim... yutkunamadı, sustu. Elleriyle gözyaşlarını sildi  güç bela ve yeniden sigara paketinden bir dal çıkarıp yaktı. İçine çekti acı acı.

    ''Tutunacak bir dal benimkisi'' çıkıverdi ağzından...