Kod

Bloglar
mobilya kulübü
Bloglar
mobilya kulübü
Bloglar
mobilya kulübü
Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Sevmek çok güzel şey aldanmak acı 1 (Derbeder ile Lüküs)


'' Sevmek çok güzel şey aldanmak acı ''


  Her sabah olduğu gibi; yatağından kalkıp balkona sigarasını içmeye gitti. Karnı kaç saatten beri boş,aç Allah bilir. Elini yüzünü bile yıkamamıştı daha. Sigara paketinden dalı çıkarıp yaktı acı acı ve iyice içine çektikten sonra bıraktı dumanı. Ellerini balkon demirlerine koyup kafasını gökyüzüne kaldırdı. İçinden neler neler söylüyordu... sigarası bittikten sonra kendine gelmek için tuvalete, elini yüzünü yıkamaya gitti. Buz gibi suda bilmem kaç defa yüzünü yıkadı. Aynaya bakıp ''amına koyim senin'' dedi. 


  Hayatında bir kez aşık olmuştu. Aşka ve sevmeye dair güzel olan ne varsa ilk kez yaşamıştı onunla. Çocukluğuna hasretti en çok. Sevdiği kadınla birlikteyken, çocuktu. İlk kez bir kadının elini tutmuştu. Yüreği sanki ağzında atıyordu ve ortalık da ona ritim tutuyordu sanki. Gülüş önemliydi onun için. Sevdiği kadın öyle güzel gülüyordu ki, saatlerce onu güldürmekle uğraşıyor ve kayboluyordu gülüşünde. En çok gülüşünü sevmişti.

  Heyecandan içi kıpır kıpırdı. Hani küçücük bir çocuğa en çok istediği şeyi aldığınız vakit o suratında ki ve içinde ki heyecan çarpar ya gözler önüne, işte ondada aynı heyecan vardı. Hem nasıl olmasın ki? Kaç sene önce tuttuğu 'Aşk orucu'nu bozmaya başlıyordu. -Kendisi öyle düşünüyor, öyle yaşıyordu en azından.- Öğlen saat 13.00'da görüşeceklerdi. Tekrardan sevdiği kadın ona gece konuşurlarken ''Erken yat uyu. Uykusuz kalıp, yorgun olma sakın yarın.'' demişti. Bizimkinin umurunda değil tabii. Ama yine sevdiği kadını kırmamak için ''Tamam, merak etme sen'' demişti. Hayatında ilk defa gece erken girmişti yatağına. Uyuyacaktı. Çünkü sevdiği kadın öyle demişti ona. O da tamam demişti. Ne yapıp etse de olmamıştı ama. Vücudu alışmıştı bir kere sabah vakitlerinde uyumaya. Yatağından kalkıp balkona, sigara içmeye çıktı. Gökyüzüne bakıyordu sürekli. Yüzü gülüyordu. İçi sıcacıktı. Belkide uzun zamandan sonra gerçekten de gülüyordu, mutluydu. Bir an sigarasını kül tablasına bırakıp acele bir şekilde telefonunu almaya gitti odasına. Sevdiği kadına mesaj atmıştı. ''Özür dilerim. Uyumaya çalıştım ama olmadı. Merak etme, ben senin yanında yorgun olmam. '' Böyle bir mesajı ona attığı için mutluydu. Çünkü sevdiği kadına uyuyacağını söylemiş ama uyuyamamıştı. Sanki ona yalan söylemişçesine durumu izah etme gereği duyduğu için atmıştı o mesajı. İçi içine sığmıyordu. Bir an önce günün aydınlanmasını ve hazırlanıp sevdiği kadınla buluşmayı istiyordu. Saat 04.00 yatağına tekrar girip belki bundan önce defalarca baktığı telefonundan alarmı bir kez daha kontrol etti. Sabah saat 11.00'a kurmuştu alarmı. Planını, hareketlerini ona göre ayarlamıştı. 11.00'da kalkıp elini yüzünü yıkayacaktı. Duşu akşamından aldığı için tekrardan öyle bir derdi yoktu. Üzerini giyinip evinin hemen karşısındaki otobüse binip aktarma istasyonu olan metro durağına gidecekti. Metroya da binip 7 durak daha gidecekti ve sevdiği kadınla görüşecekti. Planı aynı bu şekildeydi. Alarmın çalmasına daha 2-3 dakika varken uyanmıştı kendisi. Büyük başarıydı kendisi için bu durum. Hemen alarmı çalmadan kendi eliyle kapattı ve telefonundan Wi-fi'yi açtı. Sevdiği kadından mesaj gelmişti. ''Senin şu uyku problemini düzeltmemiz lazım, olmaz böyle. Ben uyandım. Kahvemi içiyorum şu anda. Bana daha yakın olduğu için görüşeceğimiz yer birazdan da hazırlanıp çıkacağım.'' ''Senin şu uyku problemini düzeltmemiz lazım.'' En çok, en çok bu mesajı beğenmişti okuduğuna. Sevdiği kadın onun bu olumsuz durumunu düzeltecekti. Hemen cevap yazdı ''Günaaaaydın! ben de şimdi uyandım. Az da olsa uyudum yine bak ve kendimi harika hissediyorum. Ben de şimdi üzerimi giyinip çıkacağım. Otobüse binip metro durağına gideceğim. Oradan da metroya binip geleceğim.'' telefonu yatağına atarak doğruca elini yüzünü yıkamaya gitti.Tuvaletteki aynada gülen yüzüne bakıp ''Hadi inşaAllah!'' dedi kendine. Odasına geldiğinde tekrardan bu yaşına kadar gelmiş olmasına rağmen kot pantolonu giymeyi pek sevmezdi. Hep eşofman altı ya da pijama altı giyinir öyle çıkardı dışarı, öyle giderdi okula. Bir an düşündü. Acaba yine eşofman altı giyinip öyle mi gitsem, diye. Ama giyinmedi. En son memleketten geri dönünce evine annesi yıkayıp ütülemişti bir güzel kot pantolonunu. Çünkü o giymediği için hep köşede kalıyordu. Giyinse bile hiç yıkamazdı. Sevmiyordu kot pantolon giyinmeyi işte. Üzerini çıkartıp geçirmişti ayaklarından yukarı kot pantolonunu. Kemerini en sondan bir önceki deliğe taktı. Sonra da kazağını giyindi. Aslında hava güneşliydi. Ama akşama doğru esen soğuk rüzgardan ötürü kazağını giyinip üzerine de mavi ceketini giyindi. Cüzdanını arka göt cebine koydu. Sigarasını ve kulaklığını da sol cebine. Telefonu eline alıp sevdiği kadına ''Ben hazırlandım. Çıkıyorum şimdi de.'' diye mesaj attı. ''Tamam, ben de hazırlandım çıkıyorum şimdi.''diye de mesaj geldi sevdiği kadından. Son bir kontrollerini yaptıktan sonra evdeki çöpleri alıp çıktı evden. Otobüse bindi ve aktarma durağı olan metro istasyonuna gelmişti. Telefonunu çıkarıp sevdiği kadına mesaj atacakken tam ''Ben geldim. Şansım varmış otobüs hemen geldi. Sen acele etme. Ben köşede büfede oturup çay ile sigaramı içer seni beklerim'' mesajını gördü. Kötü bir şey yoktu aslında bunda. Sadece sevdiği kadın ondan önce varmıştı. Nefesi kesilmişti. Sanki sokaktaki insanlar onun üzerine yürüyormuş gibi hissetti. Güç bela ''Ben.. özür dilerim. Seni bekletmek istememiştim. Metroya binip geleceğim hemen ben de. Çok özür dilerim!'' diye mesaj attı sevdiği kadına. Sonra telefonu cebine koydu ve sol cebinde ki sigara paketinden bir dal sigara çıkartıp yaktı. Kaldırıma çöküp sevdiği kadını bekletme durumunu sindiremiyordu kendisine. Telefonu çaldı. Sevdiği kadındı arayan. 2-3 kez çaldıktan sonra açabildi anca ve konuştu. ''Ya şapşal! niye özür diliyorsun? -sevdiği kadın gülüyordu bunu söylerken.- Sen geç kalmadın ki. Ben erken geldim sadece. Şimdide büfeye geçtim çayımı söyleyip sigaramı içeceğim. Sen de dikkatlice gel, tamam mı? Bekliyorum ben seni.''  demişti sevdiği kadın. Sevdiği kadının sesini duyunca az önceki modundan bir an çıkıp kendine gelmişti tekrar. Elinden sigarasını atıp doğru metroya yol aldı. -Gerçekten de böyle olmaz mı? Hayatımız bok yolunda giderken, kendimizi kapkaranlık bedenlerimizde hapsederken; sevdiğimiz, değer verdiğimiz kişi/kişilerin seslerini duyunca yahut bir mesajını okuyunca içten, geçmez mi her şey? Tam olmasa bile biraz?- Sevdiği kadın ile buluşmasına son 3 durak kalmıştı. O kalan 3 durak boyunca neler neler düşündü. Metro kapısının camından, kendi yansımasının önünden neler neler geçti gitti. Bir an sanki kendisini formatlanmış şekilde hissetti. Sevdiği kadınla buluşacaktı. Tamam, heyecan vardı elbette ama bu sefer ki heyecan çok başkaydı. Korku ile karışmıştı bu sefer... metrodan inip merdivenleri ağır ağır çıkıyordu. Sanki sırtına 10 kişi binmiş de öylesi ağır çıkıyordu basamakları. Sevdiği kadını aradı. ''Neredesin? Ben geldim. Şu an tam da metronun çıkışındayım.'' dedi. ''Ben de hemen onun yanında ki büf.... gördüm gördüm.'' Telefonu kulağından ayırmayıp kafasını çevirdiğinde sevdiği kadını görmüştü. Ona doğru gülerek adım atıyordu. Gülüşü çok güzeldi. Gülüşü bambaşkaydı. Allah'ım tam da şu an alsan canımı olur. Gördüm ben. Yaşamış da sayıyorum. Al canımı. Telefonunu kapatıp cebine koydu. Sevdiği kadın sadece bir adım mesafe uzağında, karşısında duruyordu. ''Merhabaa!'' diyebilmişti çaresizce. ''Hoş geldin!'' diye de karşılık aldı, sevdiği kadından. Sarılmayı düşünmüştü. Sarılmayı da çok severdi. Kirletilmiş onca güzel duygular arasından sarılmayı kendine hapsediyordu. Bari 'sarılmak' eylemini, duygusunu kirletmeyin diye çabalıyordu. Sarılamadı. Hem zaten daha ilk defa görüşüyorlardı. Neyin sarılmasıydı bu? Aralarında bir ilişkinin ya da benzeri bir durumun olmadığının da farkındaydı. Yine her zamanki gibi sadece kendisi yaşıyordu tüm duygu ve hisleri. Sevdiği kadınla yola koyuldular. Planlarını önceden yapmışlardı zaten: İlk olarak kahve içeceklerdi. Sonra da kitapçıya gidip ellerinde ki kitap listelerinden kitaplarını alacaklardı. Sonra da birlikte yemek yiyeceklerdi ve her ne kadar bitmesini istemese de ayrılacaklardı gün ışığının usul usul kaybolduğu vakit gelince. -Kusura bakma dostum. ''Ayrılmak'' kelimesini kullanmamalıydım. Ama.. kusura bakma işte.- Bir kafeye geçip oturdular. Kendilerini tanıttılar önce. Ama tam anlamıyla değil. Özetle bile değil. Üstünkörü. ''Gülüşün. Gülüşün çok güzel!'' bunu deyivermişti. ''Ne?'' diye sordu sevdiği kadın. ''Hiiiç. Ne oldu? Ben bir şey demedim ki. Tatlı da yer miyiz?'' ''-Gülüyordu sevdiği kadın- yemeyelim, kalkalım da kitaplara bakalım hadi.'' demişti. Kalkıp kitapçıya doğru yürüdüler. Epey yürüdüler hemde. Yürüdükleri yol boyunca sevdiği kadın hemen yanındaydı. Yan tarafında onunla birlikte yürüyordu. Rüzgar saçlarına vurup dağıttığı zaman bazen bilerek az arkasında kalıp hem saçlarının kokusunu hissetmek hemde sevdiği kadının kokusunu çekmek istiyordu içine. Sevdiği kadın bunun farkındaydı. Belki de değildi. Hep o konuşuyordu. Ve konuşurken de tek bir amacı vardı: Sevdiği kadını güldürmek. Gülüşünü görmek. Çok güzel gülüyordu çünkü. Ama içinden de sanki sevdiği kadını sıkıyormuş gibi hissediyordu. Sanki onu zorla konuşturuyormuş gibi hissediyordu. Ne kadar kötü bir şey ikilem arasında kalmak...Gelmişlerdi kitapçıya. İçeriye girer girmez bir anda sevdiği kadını unuttu. Doğruca en kolay ulaşılabilir kitapların yanına gidip sayfaları çevirerek kitap kokusunu çekti içine. Kitap kokusunu seviyordu çünkü. Sonra aklı başına gelip sevdiği kadının yanına gitti tekrar ve listelerindeki kitaplara bakmaya koyuldular. Sevdiği kadın eline alıp incelediği kitaplara bakıyordu. Uzaklaşmıştı sevdiği kadından. Elini çenesinin altına koyup sevdiği kadına bakıyordu. Bakmıyordu, hayır. İzliyordu onu. Kitapların sayfalarını çevirmesinden; elleriyle kitaplara dokunmasından ve yüzündeki mimiklere kadar her şey, her şeyiyle izliyordu sevdiği kadını. Bir an ona baktı ve gülümsedi. Sevdiği kadının ona bakarak gülümseyişini görünce ''Allah'ım tam da şu an ölebilirim, gerçekten'' dedi içinden. Ne kadar güzel bir gülüşü var Yarabbim! Sevdiği kadının yanına gidip iyice sokuldu ona. Kafasını saçlarına götürmüştü. Sevdiği kadının kokusunu olabildiğince içine çekti. Resmen huzurdu bu işte. Kitaplarını alıp çıkmışlardı kitapçıdan ve hemen yanında ki köfteciye oturdular yemek yemek için. İkisi de çok acıkmıştı. Sevdiği kadın ekmek yemiyordu. Zorla ekmek yedirdi. Yoğurt da yemiyordu. Onu da zorla yedirdi. Kendi tabağındakileri ve midesinin açlığını bırakıp sevdiği kadını karşısında yemek yerken izliyordu. Dudakları küçücüktü. Ağzında ki lokmayı yavaş yavaş çiğniyordu. Allah'ım ne kadar güzel! Tam şu an alabilirsin canımı, gerçekten. ''Ne bakıyorsun bana, yesene yemeğini -gülüyordu bunu söylerken sevdiği kadın-'' ''Yiyorum yiyorum. Bak.'' Evet, artık gün ışığı iyice azalmıştı. Ve hiç istemediği ayrılık vakti yaklaşıyordu. Bunun farkındaydı. İçten içe sinirleniyordu. Sevdiği kadınla yürürken onun üşüdüğünü farketti. Hemen ceketini çıkarıp sardı belinden sevdiği kadını. Yan yana yürüyorlardı yine. Sevdiği kadının elini tutmak istiyordu. Ama korkuyordu. Neyden korktuğunu da bilmiyordu ama korkuyordu işte. En sonunda ''Ellerim üşüdü, elini tutabilir miyim?'' dedi, sevdiği kadına. Hiçbir şey söylemeden verdi o güzel ellerini. Elleri birbirlerine kenetlenince sanki hep o kaybolan parçası gelip oturmuştu. Allah'ım şimdi ölebilirim, gerçekten! Otobüs durağına gelmişlerdi. Sevdiği kadın, bir sonraki otobüse binmeyi istedi. Mutlu oldu. Çünkü az da olsa yine yanında olacaktı sevdiği kadın. Ceketi çıkarıp vermişti. Yanağından öpüp ''Hoşça kal'' dedi, sevdiği kadın ve otobüse binip gitti. Yarım saat daha o otobüs durağında kalmıştı kendisi. Gidemedi bir türlü. Ya da gitmek istemedi. Rüzgar iyice sert esmeye başlamıştı. Üşüyordu. Ama ceketi giyinmedi. Çünkü sevdiği kadının kokusu sinmişti ona. Burnuna götürüp kokluyordu, içine çekiyordu. Allah'ım şimdi ölebilirim, gerçekten!

  Eve geleli bir saat olmuştu. Telefonundan tekrar Wi-fi'ye bağlandı. Sevdiği kadından mesaj gelmişti: ''Ayrılalım. Yapamam ben. Her şey için teşekkür ederim ama olmaz. Özür dilerim.''

                                                                        . . .

11 Mayıs 2017 Perşembe

Hı, Ne Dedin ?




    Biz kimiz? -Haydaa! Felsefe'mi yapacaksın şimdide?- Hayır! anlatmak istediğim çok başka şeyler. -sen anlat o zaman ben de şu çaprazımda oturan güzel kıza bakayım.- Sen de, sen de anlamıyorsun beni iç ses. Yusuf Hayaloğlu gerçekten de çok doğru söylemiş: ''Hiçbiriniz hiçbir dilde beni anlamadınız.'' 

    Tam olarak bu. Kesinlikle bu işte.  Evet. Kendi içimde, karanlığımda boğuşurken ses etmesem bile, gözlerim, bedenim, ruhum yalvarır gözlerle bakıyordu size.''N'olur, n'olur kurtarın beni bu karanlıktan. Ben anlatmadan anlayın. Merhem olun bana, n'olur...'' Kendilerini daha tanımlayamayan sadece isteklerini tatmin etmek ile yetinen insan(lar) ile dolu etrafım, her yer!

Biz kimiz? Ne yapıyoruz ya da ne yapmaya çalışıyoruz? 


    Yaşamın bağrına bastığı toz zerreciği miyiz sadece? -Ne diyorsun oğlum ya? O kadar dedim sana; bırak şu Felsefeyi diye. Hep aklını o bulandırıyor.- Saçmalama! Hadi sen o güzel kıza bakmaya devam et. Gülüşü çok güzel gerçekten. 

    Yaşam, olumlu-olumsuz bizlere olanak sunuyor, hep. Ama açgözlülüğümüz; bencillik, egolar,vicdansızlık ve merhametsizlik duygularımız köreldiği için hiçbir şeyi -laf gelişi- tadından yiyemiyoruz. Hep bokunu çıkarıyoruz a*ına koyim. -Özür dilerim, küfür ettim.- Oturduğum yerden etrafıma bakıyorum. Kız/erkek her taraf. Ama nasıllar? Bunlar ne böyle, ne yapıyorsunuz siz Allah aşkına?  Bence ülke olarak en boktan sorunumuz; kendimizi gösterme çabası. 'Ben buradayım, gör beni' deme çabası. Neden ulan neden? Bir keresinde hiç unutmam: Kış ayındayız. Affedersiniz ama götüm donuyor soğuktan. Altıma yün içliğimi giyinmişim. Atlet, uzun ince kazak, kazağım ve ceketim üstümde. Okul yolu düz gider edalarıyla okuluma gidiyorum. Önümde, -bakmasaydın sen de, sana'ne vb.. cümleler kurmayın hemen- kendimden bahsettiğim kadarıyla, o soğuk havaya karşın; fileli çorap giyinmiş, mini etekli, göbeği ve saçı açık bir kız.. Özgür bir ülkeyiz(!) -sözde tabii- herkes istediğini giyinebilir ve herkes istediği şekilde yaşayabilir kesinlikle. Ama söz konusu bunlar değil. Söz konusu olan şey, gösteriş. Söz konusu olan şey az öncede dediğim gibi; ''Kendimizi gösterme çabası.'' Şöyle giyineyim, bunları yüzüme, gözüme süreyim ve herkesin gözü benim üstümde olsun. Niye? Ne gerek var? Bu konu hakkında uzunca düşünmüştüm, okumuştum. Ama yine bir keresinde: Türkü bar tarzı bir mekanda oturmuş; ikinci duble rakımı bitirip üçüncüsünü isterken karşımda bir başka bar tarzı işletme olan yeren, iki kız arkadaş güle oynaya geliyor. Biri, elinde telefon ile konuşurken kulak misafiri olmuştum: 

-''Aysu ile birlikteyim anne. Dışarı, markete çıktık. Abur-cubur alıp eve geri geçeceğiz. Ders notları bayağı birikti sabaha kadar çalışacağız büyük ihtimalle.''

    Bu birinci vaka. Yine aynı yer, aynı ortam -bu sefer üçüncü duble rakımı içiyorum.- Bir başka mekandan üç kız çıkıyor. Ama ortadakinin hali dillere destan... neden peki? Ne gerek vardı? -Ulan hep mi kızlar? Siz erkekler sütten çıkmış ak kaşık mısınız hırbo?- Değiliz. Hiçbir zamanda olmayacağız. Kendi hem cinsimden nefret ettiğim kadar hiçbir şeye bu kadar nefret duymamışımdır ben. Hadi kızlar gelin şimdi de biz erkekleri eleştirelim. -O ne la öyle? Bir de 'ayol' de tam olsun.- 

    Kendi karanlığımda kendim ile zor mücadele verirken çevremdeki hem cinslerimlede uğraşmak var. Ve bu bayağı yoruyor beni. Çünkü ben, işlerine gelmeyecek türden konuşuyorum. ''Kendimizi gösterme çabası'' bir o kadar erkeklerde de var. Buna neden olan örneklere bakacak olursak da; Playboy kılığında takılıp kendilerini adeta ulaşılmaz bir eser sanıyorlar. -Ulaşılmaz dediğime bakmayın. Karşı cinsin tek bir onaylayıcı hareketinde, nakavt!- Ondan sonra, giyim kuşamıyla kendini, kızların ona asla hayır diyemeyeceğini düşündüren hareketler. Hele altında arabası olanlar yok mu... Allah'ım resmen beyin yoksulu kişiler. Arabanın içinden son ses müzik eksik olmaz. Camlar da açıktır. Kafa sürekli bir sağa bir de sola bakar. Ama ön tarafa nadir bakılır. Ula oğlum, asıl bakman gereken yer, ön tarafın. Canını sokakta mı buldun sen? Şimdi sizlerde çevremdeki hem cinslerim gibi ''Sanki sen yapmıyorsun, bakmıyorsun?..'' gibi cümleleri bana savurabilirsiniz. Hayır, yapmıyorum. Çevremdeki hemcinslerimle uğraşmak işte bu yüzden yoruyor beni. 

    Biz ne ara bu kadar vurdumduymaz ve kendimizi yüksekten görür olduk ? Saflığımızı tamamen mi kaybettik? Hele ki vicdan ile merhametlerimizi? Hep mi çıkarlarımıza göre hareket edip seçim yapacağız? Dövmeleri olsun. Sakalları olsun. Kaslı olsun. Ya da tam tersi görüş için; güzel göğüslere sahip olsun. Kalçaları güzel olsun. Fiziği iyi olsun vb... ve bunlar içinde kendimizi değiştirip karşı tarafa ''ben buradayım, gör beni'' dercesine hareket etmek. Saf güzellik olmaz mı hiç aradığımız? Kitap okuyan birileri? Tartışma yapabilen, elinde somut veriler ile konuşan birileri? Ya da, gülüşü güzel olan biri mesela. Kendi çıkarlarımızı tatmin etmek için değilde; ruhumuza, duygularımıza dokunabilecek kişi/kişiler için mücadele etsek?

    Biz kimiz? Biz, bizi yapan kişiliğimizdir. Kimseye bir şey ispat etme zorunluluğumuz yok. Vicdan ve merhamet duygularımızı kaybetmezsek güzel şeylerde, tatmin edici şeylerde peş peşe gelir. Şu ana kadar kendim hiç, 'başkaları ne der, ne düşünür?' diye yaşamadım, hareket etmedim. Çok da olmasa olduğu kadar diyebileceğim bir yaşamım söz konusu. Siz de deneyin. En azından çabalayın. 






























10 Mayıs 2017 Çarşamba



     Ölmek, insanın nefesinin son bulmasıdır. Yıkanıp, kefenlenip, duâlar edilip toprağa kavuşmasıdır.
                                                                      Ölüyorum..

Tanımın açıkladığı gibi olmasa da, ölüyorum. Her gün. Her saat. Her dakika. -Sigara yakılıp, müziğin de verdiği havaya istinaden, gözlerden yaşlar dökülüyor...- Niye Allah'ım niye? Niye bu kadar ağır yük(ler)?

- ''Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus'ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet...'' ( Allah, kimseyi gücünün yettiğinden başkasıyla mükellef tutmaz (sorumlu kılmaz.) ) 

Gücüm yetmiyor Allah'ım. Oralarda bir yerlerde bunu sende görmüyor musun? Yoruldum. Yaşamaktan yoruldum. Aldığım nefes bile ağır geliyor. Göğüs kafesim daralıyor. Sanki organlarım içimde sıkışmış, çıkmak istiyorlar. Ah bir kusabilsem her şeyi.. rahatlayabilsem. Diğer insanlar gibi; dertsiz, tasasız, huzurlu ve mutlu olsam. Zenginlik, popülerlik, ön planda olma... bunların hiçbiri değil istediğim. Ben bir kuru soğan ile peynire bile talim eder, şükür ederim. Annem, abim olsun yanımda. Aç kalmaya da razıyım. Yoruldum. Çok yoruldum Allah'ım. Her şeyi düşünmekten, kendi ayaklarımın üzerinde, zayıf bedenimle ayakta durmaktan yoruldum. Görmüyor musun sen de Allah'ım ? Bir gün iyi olup geri kalan diğer günler derbeder olmaktan yoruldum. 'Anlık' mutluluklardan yoruldum. Derman olmaya, çare aramaya yoruldum.

                               Yoruldum ve nasıl mücadele edeceğimi bilmiyorum artık ben. 

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Hafta sonu okumaları






  • ''İnsan, duygularının apaçık bir biçimde başkalarınca bilinmesini istemez sonuçta.''



  •                             ''Bil ki ey sevgili!

        Ben seni aklımdan hiç çıkarmadım;
                     ben sadece aklımı çıkardım.
                    Ve böyle bilsin bütün dünya,
                 ben aklımı senin râmına değil,
                senin uğruna senden çıkardım.''


  • ''Hevesleri, beklentileri, erteledikleri, kursağında kalmış kelimeleri, kaçırılmış bakışları, gizledikleri, bitirilmemiş mektupları, susuşları ve istemsiz veda edişleriyle tamamlanmamış bir cümledir insan.'' 
                                    Tarık Tufan.. Ve Sen Kuş Olur Gidersin adlı kitabından sözler. 

     Tarık Tufan'a beni çeken çok şey var aslında. Ama en önemlisi, bana en çok dokunanı; kesinlikle üslûbudur. Şimdiye kadar ki yazmış olduğu tüm kitapları okudum. Ve hepside ben de çok derin izler bıraktı. Sanki onun kitaplarını okurken kendimi buluyorum. ''Aha! adam resmen beni anlatmış bu dizelerinde'' diyorum. Kitaplarından altını çizdiğim cümlelerin çoğu benimle de özdeşleşiyor. Kalemini gerçekten okura hitap edecek şekilde sallıyor. Size de tavsiyem #TarıkTufan okuyun,okutun! 


  • ''Terk edilince büyümüşüm meğer. Annem öldüğünde ise ölmüştüm.''

  • ''Biliyorum, kimi sevsem en son hatırladığım görüntüsü gidişi olur.''

  • ''Ona ve onun ağlayışına ağlıyordum ben zaten. Yaşı kaç olursa olsun bütün kadınların ağlamasında insanın kendi annesinin ağlayışını hatırlatan bir şey var, canından can yolar adamın.''

  • ''Sahi, gerçekten de, cennette de aşık olacak mıyız? Orada da kıskanacak mıyız sevdiğimizi ölesiye, öldüresiye. Cennette olabilecek miyiz sevdiğimizle, aramıza ayrılık girmeden? İstememek olmasın orada bari, bırakıp gitmek olmasın hiç olmazsa. Gönül kapıları açık olsun, çalmadan girilsin içeri.''
                     Mahir Ünsal Eriş.. Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde adlı kitabından sözler.


Mahir Ünsal Eriş. Yazdıkları o kadar ben ki.. kurgusu, anlatım özellikleri... Hele ki ikinci maddede yazmış olduğum kitaptan alıntı söz; kızına yazmış olduğu mektuptan bir alıntı. Kurgusu, akıcılığı o kadar mükemmel ki! kitabı okurken gerçeklikle, günümüz yaşantısıyla birebir bağlantılı olduğunu anlayacaksınız. #MahirÜnsanEris kitaplarında, gerçekçiliği farklı boyutlarda çok da güzel anlatabilen bir yazar. 




5 Mayıs 2017 Cuma

Yalnızlığın İdmanı


Güneş: Hadi hadi, benden bugünlük de bu kadar, size kolay gelsin.
Ay dede - Yıldızlar: Eyvallah!

Yine gün yüzü görmeden uyandım. Güneş kızıl rengiyle batmaya, yerini Ay dedeye ve yıldızlara devretmek üzere. Niye böyle oluyor ki hep? Niye ben de normal diğer insanlar gibi; gece saat 23.00'de uyuyup sabah 08.00'de uyanamıyorum? Niye illa ki hep sabah ezanından sonra uyuyorum ve gün bitiminde uyanıyorum? Hayır, imam değilim ki sabah namazını cemaate kıldırayım. Aslında imam olsam, hiç sıkıntı çekmem. Çünkü zaten uyumuyorum. Hatta yatsıdan sonra cemaati bırakmam sabah vaktine kadar tutarım da onları. Sohbet filan ederiz, güzel olur yani.. -Ne diyon sen değişik?-

Kendimi ve yaşantımı öğreneli çok uzun zaman olmadı. Hep biliyordum zaten. Şunu derdim kendi kendime: ''Geceleri, biraz daha mutsuzluk ve çokça düşünmek için var!'' Haksız olduğumu da düşünmüyorum şahsen. Misal, ben hiç gündüz vakti derbeder olan, alkolün kucağına oturmuş, ağlayan ve türkü dinleyip efkarlanan kimse görmedim? -Ulan sanki senin gün yüzü gördüğün mü var? İnsan içine mi karışıyorsun sen, nereden biliyorsun?- Biliyorum tabii! okul var la. Okuyom ben yaaa! ya da dışarı çıkıp markete filan gittiğimde görüp, biliyorum. İnsanların hepsi hayatın ve yaşamın rutin işlerine kaptırmış kendini. Dertler, acılar, kahpelikler o vakit ikinci planda duruyor. Ve eminim ki kendi aralarında da: ''Abi, bırakalım şimdi normal hayat şartlarının görevlerini yerine getirsin bu insancık. Gece çöktü mü biz de o'na çökeriz.'' Bakın tam olarak da böyle demiyorlarsa da ben de bir şey demiyorum! Yılların tecrübesi konuşuyor, lütfen! ama sanırım ben biraz da istisnayım. O müptezel üçlü pezeven*k(ler) hiç peşimi bırakmıyor(lar)ki. Gün aydın olsa bile kendi kendimi sonsuz karanlık kuyuya çekip boğabiliyorum. Eee, düşünün hâl böyle ise gece olduğu vakit hey yavrum hey! hatta heheheeeeeeyt! emin olun bunun sebebini de düşünüyorum ama cevabını bir türlü bulamıyorum. Bulsam zaten böyle olmazdım, değil mi? Çevremde ki insanlara bakıyorum:

Hepsi mi kalabalık. -Burada, hindi kalabalığa girmiş, ne demiş? Bu ne galabaalıık- diye iğrenç bir espri yapmayacağım tabii. -İğrenç diyorsun ama bunu yazarken bile güldün lan- Komik ama. Neyse, konudan çokta sapmayalım. Herkesin bir çevresi, 'iyi' diye tanımladığı kişi/kişileri var. Görüşüyorlar,sohbet ediyorlar vb. Bu hepte devam ediyor böyle. Nereye kadar? Şimdi tekrar kamerayı bana çevirelim: Benim hiç böyle düzenim,çevrem olmadı. Beni arayıp ''kanka, yarın şunu yapıyoruz, çok eğleneceğiz'' diyen birileri de olmadı. Haa, şikayetçi miyim bu durumdan? Sanırım hayır. Çünkü ''samimiyetsiz samimiyetler'' lafına inancım tam. Bir de 'an'lık' mutluluklardan hiç haz etmem. Gece olduğu vakit ve yalnız kaldığımda ben yine kendi dünyamda 'tek' başıma kalacağım, biliyorum. Alıştım artık. Her ne kadar alışmak istemesem de.

Kaç para ulan 'normal insan' gibi olmak?



1 Mayıs 2017 Pazartesi

Dört buçuk

Saat, gecenin dört buçuğu oldu yine.
Ömürden gidiyor, 
saat akmış gitmiş,
gece olmuş,
gün aydınlanmış.
Çok mu?

Bir şarkı mırıldanıyorum kendimce.
Dışarıdan, sabahın habercisi kuşlar eşlik ediyor bana.
Hava sıcak halbuki, üşüyorum,
nedir bunun sebebi?
Yokluğun mu yoksa sensiz anlamı olmayan yaz ayı mı?

Saat, gecenin dört buçuğu.
Ne demişti üstad?
-''Bir bozuk saattir yüreğim,

hep sen de durur.''