Kod

Bloglar
mobilya kulübü
Bloglar
mobilya kulübü
Bloglar
mobilya kulübü
Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

3 Eylül 2017 Pazar

ÖZLÜYOR İNSAN.




     Bazı şeyleri özlüyor insan. Bazı şeyleri çokça özlüyor insan. 

     Ben de özlüyorum. Bu özlem illa birine karşı duyulan bir his değil, olmamalı. Ben de özlüyorum. Çocukluğumu, en çok çocukluğumu özlüyorum. Yaşamadığım çocukluğumu. Yaşayamadığım çocukluğumu da özlüyorum ama en çok yaşamadığımı. -Sen şu an bile yaşıyor sayılmazsın ki- Sus sen! Ya da susma. Beni, benimle yaşayan ve yaşayarak öğrenen bir sen varsın. Susayım, sen konuş diyorum, yok diyorsun. Şu an olduğu gibi, değil mi ? İç ses ? Neyse... çocukluğum -şuna çocukluğum deme bari amınakoyim.- Haklısın. Küçük yaşlarımda en çok hatırladığım şey ve şu an bile mutlu olmamı sağlayan; dört tekerlekli bisikletten iki tekerleğe geçiş anım. Nenemin evi bahçeli ve büyük olduğu için okuldan çıktıktan hemen sonra oraya giderdim. Akşam vaktiydi; küçük, mavi ve dört tekerlekli bisikletimle sokaklarda cirit atıyordum. Öyle bir pedal çevirişim oluyordu ki sanarsınız İngiliz yarış atı. Sokakta bisikletimi sürerken öyle delice birden arka dört tekerleğin artık eskisi gibi yeni ve dayanıklı olmadığını farketmiştim. Yavaşlatıyordu beni ya da ben öyle düşünüyordum. Durdurdum bisikletimi ve kaldırımın kenarına sokulup ellerimle arkada ki küçük iki tekerleği çıkarmaya çalışıyorum. Yok, bana mısın demiyor şerefsiz. Çıkmıyor bir türlü. Ama onunkisi inatsa ben ondan daha inadım. Hemen koca bir taş almıştım ve küçük tekerleklerin üzerlerine vura vura en sonunda çıkarmayı başarmıştım. ZAFER! Çıkardım çıkarmasına da, ulan ben şimdi iki tekerlekli bisikleti nasıl süreceğim ? Beni annem 4-5 yaşına kadar altımı bağlayarak salmış, iki tekerlekli bisiklet nasıl olacak ? Oldu. Bir şeyi daha doğrusu güzel bir şeyi çok isterseniz öyle veya böyle olur. İnsan, kendine güvendikten sonra ve ne yapacağını nasıl davranacağını bildikten sonra gerisi çok rahat geliyor. Bisikletime bindim ve sürmeye başladım. İlk başlarda tepe taklak oldum ama sonra ağzına sıçtım iki tekerlekli bisiklet sürmenin. Alın size bir ZAFER daha.

     Okulu sevmezdim belki ama gideceğim saati severdim. Çünkü sabah, benimdi! Öğlenciydim. Saat 12.15'te ders başlıyordu. Şimdi ki gibi hayvan gibi uyumuyordum tabii o zamanlar. Sabah saat 07.00 oldu mu hooop ayaktaydım ben. Bunda tabii akşam 21.30'da yatmanın etkisi de var, olmalı. Yoksa deli mi sikti beni sabahın köründe uyanayım. 07.00'de uyanıp hemen televizyonun başına koşup Tom ve Jerry'yi ya da D çocukta hangi çizgi film varsa onu izlemeye koyulurdum. Bir saat aradan geçti mi mahalleden, aşağıdan bana seslenilirdi. ''Uyandın mı? Hadi in aşağıya, seni bekliyoruz.'' Allah'ım ne de güzel cümle bu benim için. Sabahın daha 08.00'i ve ben aşağıya inip arkadaşlarımla mahallede oyun oynayacağım. Özgür vardı, aşağı kattaki komşunun çocuğu ve benim mahallede en çok sevdiğim arkadaşım. Mahallede en çok onunla oyun oynamayı severdim ve genelde her sabah o beni çağırırdı aşağıya, oyun oynamaya. Annem, tabii artık ustalaştığı için kadın o da saat 08.00 gibi uyanır ve bana bakardı. ''Aşağıya mı ineceksin yine?'' Masum bir baş sallama ile 'evet' cevabını verirdim. Daha sonra da ''Özgür'de aşağıda hem, onunla oynayacağız.'' Bu cümleyi söylememde ki tek sebep: Bak, alt komşumuzun oğlu inmiş aşağıya oynuyor. Annesi izin vermiş ona. Sen de izin ver'di. ''Kahvaltı yapmadın daha, kahvaltını yap inersin sonra.'' O zamandan beri bu kadın benim sabahları kahvaltı alışkanlığım olmadığını bir türlü kabullenmek istemedi. İlla zorla sabahleyin o kahvaltı yapılacak arkadaş. Anne işte... ben hem zamandan kaybetmek istemediğimden hemde Özgür ile bir an önce oyun oynamak istediğimden ''Aç değilim, yemiyeceğim anneeeeeğ!'' derdim ama annem bunu anlamazdı tabii. Yarım ekmeğin içine peynir, domates ya da bazen peynir reçel sürüp öyle koyverirdi beni. İtiraf edeyim, yiyordum da o yarım ekmeği. Bir elimde annemin bana yaptığı yarım ekmek kahvaltım ve diğer tüm hareketlerim oyuna ayak uydurma ile ilgili. En güzel sokak oyunlarımdı o zaman. Sevdiğim çocukluk arkadaşımla birlikte olup oyun oynamak, sabahın köründe hemde. Özledim. Özlüyorum...

     ''Sen benim en iyi arkadaşımsın.'' Öyle miyim ?
Lise zamanları çok eğlenceliydi. Bendeniz, fırlamanın önde gideniyim tabii. İlk iki sene Anadolu Lisesinde okudum ve hiçbir bok anlamadım okuduğumdan. Benim için okumak; ders dinlemek, ders çalışmak, test çözmek vb şeyler değildi. Haylazlık, kurnazlık, yaramazlık, eğlence ve bol kahkahaydı. O yüzden İkinci seneden sonra Meslek Lisesine geçtim ve geçer geçmez -ortamı, çevreyi, çocukları görünce- ''YEAH! işte benim ortamım, tabiatım bura'' dedim. Gerçekten de öyleydi. İngilizce dersinde hocanın önünde arka tarafta halay çekmemiz mi diyeyim; kız-erkek karışık uzun eşek oynamamızı mı, simit, zımba oynayıp birbirimizi dövdüğümüzü mü, yoklama listesini alıp yırtıp, topluca disipline gitmemizi mi... ve her şeyden en güzeli; bir sorun, sıkıntı, üzüntü olduğu zaman içimizden birine hep birlikte dayanışma içerisinde olmamız. Ulan be!!! derste çalışıyorduk elbet ama çok değil. Sınavlara hep bir önceki tenefüs çalışır, sınav zamanında kopya çekmenin de amınakoyardık. Sevgili liseli arkadaşlarım; öpüyorum sizi ve özlüyorum o anlarımızı. Gerçi hala birbirimizi instagram, facebook gibi yerden arkadaş olarak eklemişiz ama pekte muhabbetimiz yok tabii. Bitiyor demek istemiyorum ama eski bağ bir süre sonra azalıyor, gevşiyor, gevşiyor... Vedat vardı, liseden. En yakın, en can dostumdu. Sürekli birlikteydik. Sabahları okuldan kaçıp akşama kadar internet kafede oturmamızdan tutunda karne günü ''Acıların çocuğu'' mode on ve ''Ulan şimdi biz ne bok yiyeceğiz?'' hissine kadar her şeyimiz BİR'di. Senin-benim param yoktu hiç. BİZİM paramız vardı. Kendi evinden çok bizim evdeydi Vedat. Annemin bir diğer oğlu olmuştu. Annem de severdi Vedat'ı. ''Sen benim en iyi arkadaşımsın!'' demişti bana. Vedo, o an ne söylediğimi siktir et. Şu an diyorum ki: ''Öyle miyim la?'' Değilim. Başka ortamlar, başka kişiler aklını bulandırıyor insanın. Vedat'a da öyle oldu. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen çocukla hoppp koptuk gittik. Bitiyor arkadaş, her şey bitiyor. Hatta, her güzel şey illa bitiyor amınakoyim. Özledim seni Vedo. Aklımdasın sen. Düşüveriyorsun bazen aklıma. Yaşadıklarımız, yaptığımız ibnelikler ve güzel şeylerde tabii. Özlüyorum Vedo...

     Özlüyorum yine işte. Özlüyorum amınakoyim. Tekrardan birini sevmeyi, kendimi ona ait hissetmeyi özlüyorum. Bu sefer ki özlemim başka. Belki de en ağır olanı, bilmiyorum. Ve kusura bakmayın; bu özlemi yazacak kadar güçlü değilim daha ben. Hissizleştim. Ya da ben öyle sanıyorum. Tıpta, duygu ve düşünceleri, vicdan ve merhamet duygusunu söküp alabilecek bir tedavi yöntemi olsaydı eğer; ilk ben yatardım o tedavi masasına...

   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder